Ormanlar yanıyor. Ağaçlar çatır çatır. İnsanlar evlerinden kaçıyor, dumanın boğduğu sokaklarda hayatta kalmaya çalışıyor. Ve o sırada Alaçatı’da, müzik sonuna kadar açık. Kulüpler eğlenceye ara vermemiş. Hatta sanki alevlerin sesi fon müziğiymiş gibi, gece sabaha kadar devam etmiş.
Haberin manşeti her şeyi özetliyor: “Yangında Vur Patlasın.” Bu sadece bir ironi değil, bir çürümenin resmidir.
Çeşme’de yangın evleri tehdit ederken, birkaç sokak ötede restoranlarda sıra bekleniyor. İzdiham var. Güler yüz, kahkaha, dans… Çünkü insanlar kendi dışındaki yangına artık bakmıyor. Dumanı görse de iç çekmiyor. Alevin sıcaklığını uzaktan hissediyor ama içinden “bana değmesin” diyerek geçiyor.
Peki bu normal mi?
Yangının haberi düşerken eğlence devam ediyorsa, ya haberde bir eksiklik vardır ya toplumda bir fazlalık: Vicdansızlık.
Evet, Türkiye artık sadece yangınlarla değil, duyarsızlıkla da yanıyor. İklim krizinden daha yakıcı bir şey var: Toplumsal kriz. Ağaçların küle dönmesi kadar, insanların vicdanlarının da kül olmasıdır asıl felaket.
Bugün ormanlar, yarın apartmanlar, öbür gün şehirler... Ama bir şey değişmiyor: Müzik hiç susmuyor. Çünkü artık yangını değil, ritmi hisseden bir toplum olduk.